6 Ocak 2012 Cuma

NIETZSCHE: HERAKLEİTOS ÜZERİNE


Herakleitos gururluydu; gururlu olan filozof olunca, ortada büyük bir gurur var demektir. Yarattığı etki onu hiçbir zaman “halka” (Publikum), yığının alkışlarına, çağdaşlarının coşkulu korosuna sürüklemez. Yalnız başına bir yolu yürümektir filozofun payına düşen. Yeteneği en seyrek rastlanan, belirli bir anlamda doğal olandan en uzak, ayrıca da benzer türden yeteneklere karşı kendini sınırlayıcı ve düşmancadır. Her şey ona karşı hareket halinde olduğundan, kendi çevresindeki “kendine yeterlik” duvarları, yıkılıp yok edilmeye direnebilmek için, elmastan olmalıdır. Onun ölümsüzlüğe doğru yolculuğu başka her yolculuktan daha zor, daha sancılıdır; yine de hiç kimse hedefe ulaşacağı konusunda kesin bir inancı filozof kadar taşıyamaz. O tüm zamanların genişçe açılmış kanatları üzerinde durmayacaksa, nerede duracağını bilemez. Bu nedenle şimdi ve şu anda olana dikkat etmemek, büyük filozofun doğasına özgü bir şeydir. O hakikate sahiptir; zamanın çarkı nereye isterse oraya dönsün, bu hakikatten kaçılamayacaktır. Böylesi insanların bir zamanlar yaşamış olduklarını görmek önemlidir. Örneğin Herakleitos’un gururu boş, yararsız bir şeymiş gibi görülemez. Bilgiyi elde etme çabası, özü gereği, hiç doymak bilmeyen ve doyurucu olmayan bir çabadır. Bu yüzden, tarihten ders almamış bir kişi, krallara yaraşır böylesi bir kendine saygının ve hakikatin biricik kutlu talibi olan böylesi bir inancın olabileceğine inanmaz. Böyle insanlar kendi güneş sistemlerinde yaşarlar; onları orada aramak gerek. Bir Pythagoras, bir Empedokles de kendilerine insan-üstü bir saygıyla ve hatta neredeyse dinsel bir korkuyla yaklaşırlardı. Ama ruh göçüyle ve dirimli her şeyin bir olduğu düşüncesiyle bağlantılı olan acıma (merhamet), onları yeniden başka insanlara, onların selameti ve kurtuluşuna yöneltti. Ama Artemis tapınağının Efesli konuğuna hükmeden yalnızlık duygusunun nasıl bir şey olduğunu, sadece dağların yalçın doruklarında titrediğimizde sezebiliriz. Ondan bize, merhametli uyarımın hiçbir taşkın duygusu, hiçbir yardım, sağaltma ya da kurtarma arzusu yayılmaz. Atmosfersiz bir yıldızdır o. İçeriye çakmak çakmak bakan gözleri, dışarıya, sanki boş bir görüntüye bakar gibi, ölü gibi, buz gibi bakar.  Çevresindeki deliliğin ve tersliğin dalgaları gelip gelip gururunun surlarına çarpar; o ise tiksintiyle yüzünü öte yana döner. Ama duygu dolu insanlar da demirden bir maskeye benzeyen bu kişiden uzak dururlar. Böylesi bir varlık, ıssız bir kutsallık içinde, tanrı tasvirleri arasında, soğuk, dingin ve yüce bir mimari yapının yanında daha iyi kavranabilir belki. Ama insanlar arasında, Herakleitos, insan olarak, akıl almaz biriydi. Gürültücü çocukların oyunlarına dikkatle baktığında, bu türden durumlarda başka insanların hiç akıllarına gelmeyen bir şeyi çok iyi kavramış olmalı: dünyanın büyük çocuğu Zeus’un oyununu. O insanlara ihtiyaç duymazdı, bilgisi için de duymazdı; onun tarafından sorgu konusu yapılabilecek ve başka bilgelerin ona sorma zahmetine girebilecekleri herhangi bir şeyin onun gözünde değeri yoktu. Sürekli sorup duran, toplayan, kısaca “tarihçi” olan insanlara aşağılamayla bakar ve bunu dışavururdu. Kendisi hakkında, bir kehaneti andıran sözcüklerle, “kendi kendimi aradım, araştırdım” demiştir; sanki Delphoi’nin “kendini tanı” sözünü hakiki bir biçimde yerine getirir ve tamamlar gibi.

Ama bu kehanet yoluyla duyduğu şeyi, Sibyl’lerin peygambervari sözlerinin bir örneği gibi uzaktan sınırsız bir etki yapan, ölümsüz ve ebedi tarzda bir yoruma değer bir bilgelik olarak görmüştür. Daha sonra gelenler için bu kadarı yeter: Onlar onun, Delphoi tanrısı gibi “ne söyleyen ne de gizleyen” sözlerini ister tanrısal sözler gibi yorumlasınlar, isterse de bu sözleri hiçbir “gülümseme, süs ve hoş koku taşımayan”, daha çok “köpüren bir ağızla” söylenmiş sözler olarak görsünler fark etmez; bu sözler her durumda gelecek bin yıllara nüfuz edecektir. Çünkü dünya her zaman hakikate, dolayısıyla da Heraklitos’a ihtiyaç duyacaktır; her ne kadar o, dünyaya ihtiyaç duymasa da. Şandan şereften ona ne? Küçümseyerek söylediği gibi, “durmadan akıp giden ölümlü”nün şanı! Şan, şeref insanlar için bir anlam ifade ediyor, onun için değil. Herakleitos adlı insanın ölümsüzlüğe ihtiyacı yok; insanın ölümsüzlüğünün ona ihtiyacı var. Onun görmüş olduğu şey, oluştaki yasa ve zorunluluktaki oyun öğretisi, bundan böyle hep göz önünde tutulmalıdır. Herakleitos bu büyük oyunun perdesini açmıştır.      

                                                                                  Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe
                                                                                  Bölüm 8.
Çeviri: Ç. Türkyılmaz 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder