20 Mayıs 2021 Perşembe

Bellek ve Biz

Belleği İnsanın düşmanı

biriktirilmiş korunmuş kıtalarıyla

acı ölümün anılarında

silip süpürür yaşayanı


Belleği insanın tasası

bedenin dirimli damarında

beklenir gece uçlarında

daimi kaçışların rüyası


Belleği insanın yanılgısı

koruduğu bir tutam anıda

ve soğuk geleceğin kapısında

tüm beklentilerin vargısı

                                            Mayıs 2021

17 Mart 2020 Salı

Dünya Edebiyatı (100 Kitap)

Bazı öğrencilerimin talepleri doğrultusunda bir dünya edebiyatı listesi hazırladım. Bu yapıtlar edebiyat alanında benim okuyup zevk aldığım, ayrıca da ilk akla gelebilecek kitaplardan oluşuyor. Bazı sınırlamalara gittim. Mesela bana kalsa Shakespeare'in, Dostoyevski'nin tüm kitaplarını yazardım. Ayrıca her dönemden olması gerektiğini düşündüm. Ama yine de 20. Yüzyıldan eserler daha fazla oldu. Evde kaldığımız günlerde bol bol okumak için...

1.         Gılgameş Destanı
2.         Tao te ching (Lao Tse)
3.         Söylevler (Konfüçyüs)
4.         İlyada (Homeros)
5.         Odysseia (Homeros)
6.         İşler ve Günler (Hesiodos)
7.         Zincire Vurulmuş Prometheus (Aiskhylos)
8.         Antigone (Sophokles)
9.         Kral Oidipous (Sophokles)
10.   Kuşlar / Bulutlar (Aristhophanes)
11.   Medea (Euripides)
12.   Binbir Gece Masalları
13.   Çoban / Sığırtmaç Türküleri (Vergilius)
14.   Aeneas (Vergilius)
15.   Latin Komedyaları (Terentius)
16.   Şahname (Firdevsi)
17.   Rubailer (Ömer Hayyam)
18.   Decameron (Boccaccio)
19.   İlahi Komedya (Dante)
20.   Mesnevi (Mevlana)
21.   Dede Korkut Hikayeleri
22.   Gargantua (Rabelais)
23.   Hamlet (Shakespeare)
24.   Othello (Shakespeare)
25.   Machbet (Shakespeare)
26.   Atinalı Timon (Shakespeare)
27.   Don Quijote (Servantes)
28.   Cimri (Moliere)
29.   Tom Jones (Henry Fielding)
30.   Rameau’nun Yeğeni (Diderot)
31.   Faust (Goethe)
32.   Genç Werther’in Acıları (Goethe)
33.   Şiirler (Schiller)
34.   Eugénie Grandet (Balzac)
35.   Vadideki Zambak (Balzac)
36.   Kırmızı ve Siyah (Stendhal)
37.   Parma Manastırı (Stendhal)
38.   Moby Dick (Melville)
39.   Yazıcı Bartleby (Melville)
40.   Sefiller (Hugo)
41.   Notre Dame’ın Kamburu (Hugo)
42.   Ölü Canlar (Gogol)
43.   Yüzbaşının Kızı (Puşkin)
44.   Babalar ve Oğullar (Turgenyev)
45.   Savaş ve Barış (Tolstoy)
46.   Anna Karanina (Tolstoy)
47.   Suç ve Ceza (Dostoyevski)
48.   Karamazov Kardeşler (Dostoyevski)
49.   Yeraltından Notlar (Dostoyevski)
50.   Budala (Dostoyevski)
51.   Madam Bovary (Flaubert)
52.   Kötülük Çiçekleri (Baudelaire)
53.   İki Şehrin Hikayesi (Dickens)
54.   Dorian Gray’in Portresi (Wilde)
55.   Germinal (Zola)
56.   Bir Halk Düşmanı (Ibsen)
57.   Hikayeler (Poe)
58.   Washington Meydanı (Henry James)
59.   Duino Ağıtları (Rilke)
60.   Büyü (Yeats)
61.   Kayıp Zamanın İzinde (Proust)
62.   Dava (Kafka)
63.   Şato (Kafka)
64.   Dönüşüm (Kafka)
65.   Göçebe (Hamsun)
66.   Ulysses (Joyce)
67.   Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (Joyce)
68.   Büyülü Dağ (T. Mann)
69.   Buddenbrook Ailesi (T. Mann)
70.   Bozkır Kurdu (Hesse)
71.   Sidharta (Hesse)
72.   Satranç (Zweig)
73.   Kör Baykuş (Sadık Hidayet)
74.   Deniz Feneri (Woolf)
75.   Mrs. Dalloway (Woolf)
76.   Kalpazanlar (Gide)
77.   Veba (Camus)
78.   Yabancı (Camus)
79.   Akıl Çağı (Sartre)
80.   Cennetin Doğusu (Steinbeck)
81.   Gazap Üzümleri (Steinbeck)
82.   Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Hemingway)
83.   Drina Köprüsü (Andriç)
84.   Zorba (Kazancakis)
85.   Günaha Son Çağrı (Kazancakis)
86.   Körleşme (Canetti)
87.   Yüzyıllık Yalnızlık (Marquez)
88.   Ficciones (Hayaller ve Hikayeler) (Borges)
89.   İnce Memed (Yaşar Kemal)
90.   İskenderiye Dörtlüsü (Durrell)
91.   Yirmi Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı (Neruda)
92.   Seksek (Cortazar)
93.   Büyüdükçe (Cortazar)
94.   Yaşam Kullanma Kılavuzu (Perec)
95.   Kahire Üçlemesi (Necip Mahfuz)
96.   Palomar (Calvino)
97.   Gülün Adı (Eco)
98.   Foucault Sarkacı (Eco)
99.   Yanılsamalar Kitabı (Auster)
100.                               Semerkand (Maalouf)

16 Mart 2020 Pazartesi

Virüs, Hayat, Ölüm



Mikroskobik düzlemde bakıldığında estetik bir kristali andıran virüs hayatımızın içine davetsiz bir beden gibi sokularak gündelik yaşamımızın rutinini altüst etti. Görüntüsü nedeniyle Yunanca Korôné’den alınmış adıyla-sanıyla, “taç”lanmış bir şekilde, başarı kazanmış bir atlet edasıyla yürüyor; önüne çıkan her türlü düzenli sosyal ve ekonomik yapıyı yıkıp geçiyor. Şimdilik... Kısa bir süre sonra bu bedenin de ehlileştirilebileceğini göreceğiz. Çin’in dört bin yıllık düzenli devlet geleneği ilk panikten sonra kendine özgü yöntemini geliştirmeyi başardı; İtalyan savrukluğu ise hala panik halinde. Bunlar mevcut realitenin görünen ilk ve çarpıcı yönü. Gündelik yaşamımız ise Leibniz’in “ölüm”ü gibi kendi içine doğru büzülmeye, kapanmaya başladı. Kapanmışlığın verdiği cansıkıntısı şimdiden küçük mekanlarımızı kaplamaya başladı. Bu bizim için bir sorun; bakalım Marx’ın “insanlık sadece kendi önüne çıkan sorunu çözer” kuralı işleyip, mevcut sorunu, şimdiye kadar bildiği yöntemlerin dışında çözebilecek mi? Yoksa sorun, sadece sahte bir sorun mu? Yani hiç de büyük bir sorun olmadığı için mevcut yöntemlerle kısa süre içinde çözülebilir bir şey mi? Zizekvâri “kapitalizme Kill-Bill vuruşu” şeklindeki abartılı, fantastik hatta sığ iddiaları bir yana bırakalım. Mevcut duruma ilişkin şüphe hakkını kendimize ayırıp, susalım. Bakalım...

Öte yandan, başka bir “realite” daha belli etmeye başladı kendisini. Bu realite gündelik yaşamımızın rutininde yitirilen bir şeyin, bu estetik “beden”le hatırlatılması sonucu ortaya çıkıyor. Bu da ölümün yaşayan için bütünüyle doğal bir olgu olduğu gerçeği. Biyoiktidar çağında bütünüyle doğallığından arındırılmış ve gözlerden ırak bir konuma yerleştirilmiş ölüm olgusu, şu İtalyan doktorun “yaşlı hastalarımız bize yalvarıyorlar; ölmeden önce çocuklarını görmek istiyorlar. Hepsi her şeyin farkında, ölmeden önce bilinçleri kapalı değil ve boğularak ölüyorlar” şeklindeki insanın içini burkan, acıyla kaplayan sözleriyle ifşa oluyor. Unuttuğumuz bir şey vardı: içinde yaşadığımız toplumlarda yaşlı ve hastalar vardı; toplum steril ve bağışık değildi; bunlar hep ölümle burun burunaydı.

Ama daha derinde yatan ve hep unutma eğiliminde olduğumuz şey ise, yaşam denen nefesi aldığımız andan itibaren bizim için hep söz konusu olan “ölümle burun burunalık”. Ölüm yaşayanları yakalar... Sonlu, “güvenli” yaşamlarımız, bir hakikatin kendini ifşa edişi gibi, tehditin belirliliği ve olayın belirsizliğiyle, kendi asli gerçekliğiyle yani temelsizlikte temellenmiş bir “yapı” olduğu gerçeğiyle karşılaşıyor. Yüzyıllar boyunca bütün bilgeler hep aynı şeyi söylüyordu: savaş ve felaketler insanı kendi “fatum”u ile yüzyüze bırakır. Herakletos’un dediği gibi “hiç ölmeyeceklermiş gibi yaşıyorlar” ve arkalarında bir “ad”, bir “ün” bırakmak istiyorlar ölümlüler. Oysa ki, böylesi anlarda kendi kurduğumuz sistematik, kendine geri dönüyor; bütün kendini güvene alan, koruyan, tehlikelere ve tehditlere “bağışık sistemimiz” çöküyor böylesi anlarda. Ama bir anlığına; sonra yeniden başlıyoruz o en insani olguyu hemen devreye sokarak; yani adına “unutma” dediğimiz farkındasızlığı...

Estetik kristal, davetsiz “beden” sokuldu yaşamımıza; bir an için altüst edecek kimilerinin yaşamını. Önlem alalım, davetsiz geleni almayalım içeriye, kendimize dikkat edelim. Cura girsin devreye. Ama kurduğumuz yapıların temelsizliğinin de farkında olalım... Ya da olmayalım daha iyisi. Neden “yaşama acısını” sırtlayalım ki sırtımıza? Daha doğrusu, “yaşamak” demek olan şu tuhaf durumun kendi içinde zaten tüm bunları taşıdığının neden farkında olalım ki? Hemen bir Spinoza çıkıp “yaşarken başınıza felaketler gelmeyeceğini size kim garanti etti ki?” diye sormasın. Oikos’umuzda “oikonomia”mıza ve bu oikonomia ile şekillenen bedenlerimize bakalım biz şimdilik ve şu küçük davetsiz “başka beden”i ehlileştirelim hemen...

Ellerinizi yıkamayı unutmayınız...