19 Mart 2013 Salı

PLOTINOS: BİRİNCİ ENNEAD (DERS MATERYALİ)


I.                    ENNEAD

I.                    KİTAP
1.       Haz (hedone), acı (lype), tutku (duygulanım) (pathos) vs. bunların kaynağı nedir? Ruhla (psykhe) bağlanıtısı nedir? Beden tarafından kullanılan ruhla mı ilgili bunlar? Bu tutkulardan kaynaklanan eylem ve kanılar araştırılmalı. Bunların anlama yetisi (dianoia) ve sanıyla (doksa) ilgisi nedir? Duyulardan kaynaklanan eylem. Duygulanımlar (tutkular), duyulardan (aisthesis) gelir.
2.       Ruh eğer ruhun varlığıyla özdeşse, o bir formdur. İçkin ve kendinden kaynaklı bir harekettir. Bunu bildiğimizde, onun aynı zamanda akıl (logos) olduğunu anlarız. Bu anlamda onun ölümsüz olduğunu (athanaton) söylemek de doğru olacaktır, çünkü ölümsüz ve bozulmaz olanın duygulanımı söz konusu olamaz (apathe). Onda iştahlanma (epithumia) yoktur [yalın halde, kendi başınayken]. Bu türden duygulanımlar ve istekler bedenle birlikte olan ruhta söz konusudur. Yalın haldeyken kendine yeterlidir; kendi özüne uygun haldedir. Ne duyum (aisthesis) ne anlama yetisi (dianoia) ne sanı (doksa) vardır bu durumda; çünkü duyumsama bir bedenin varlığıyla belirlenen biçim ve tarzı almaktan oluşur. Ussal düşünmeden (noesis) kaynaklı saf bir haz söz konusudur.
3.       Hayvan (zoon): beden içindeki ruhu göz önünde tuttuğumuzda. [Burada ruh ile bedenin birleşik olduğu durumu göz önünde tutuyor. Bedene göre kendini biçimlendiren şeyi hayvan olarak adlandırıyor.] Duygulanımlar, tutkulanımlar vs. Bunlar yoluyla ruh bedenin hizmetindedir. Beden ruhun bir aleti olsaydı, bedenin duygulanımları onda bir etki yaratmış olamazdı. Ama nasıl bu tutkular bedenden ruha sirayet ederler? Bir beden başka bir bedene bir şeyler iletebilir, ama beden ruha nasıl bir şeyleri aktarabilir? Beden ruhun bir aleti olsaydı, onlar ayrı kalırlardı. Ama bu ayrılık, felsefe pratiği olmaksızın gerçekleşmez. [Öyleyse bazı ihtimaller kalıyor geriye: ya ruh bedenin biçimini alır ya da ruhun bir kısmı bedenle tamamen karışmış bir biçimde bulunurken, diğer bir kısmı ondan ayrı kalır]. Felsefe bu ikinci kısmı birinciye yeğleyecektir. [Öyleyse ruhta bir logoslu bir de logossuz kısımların olduğunu kabul etmek gerekir].
4.       Ama ruh bir töz olduğundan, o bedenden ayrı bir form olsa gerek ve bedenin bir hizmetçisi gibi görülmeye tercih edilmeli bu.
5.       Ama hayvan nedir? Canlı beden mi, ruh ile bedenin ortaklığı mı, yoksa bu ikisini de kapsayacak şekilde bir üçüncü şey mi? Bu durumda ya ruh beden için tutkuların nedeni olmalı, ya da ondan etki almalı (duygulanmalı). Ondan etki alıyorsa, bu ona acı çektirecek ya da onda bedenle aynı ya da benzer duygulanımı yaratacaktır (örneğin, hayvanın arzusuna (epithumia) arzulama yetisi (epithumetikon) içinde bir edim ya da bir duygulanım karşılık gelecektir). Ama tutkular neye aittir? Bedene mi, ruha mı? Cinsel arzuların bedenle bağlantılı oldukları açık. Ama mesela iyiye eğilim ortak bir duygulanım değil, ruha uygun bir duygulanım. İnsan aşk arzusu çekiyorsa, arzulayan insanın kendisidir; ama başka bir anlamda da arzulama yetisidir. Arzulama yetisi harekete geçmezse, insan nasıl arzulayabilir ki?
6.       Duyumsama, ruhun duyumsama yetisinin olması sayesinde var olacaktır. Öyleyse, duyumsayan kimdir? Bileşik olan (to synamphoteron).
7.       Ruh duyumsama gücündeyse, o sadece duyusal şeyleri kavramamalı, aynı zamanda duyumun neticesinde hayvanda üretilen izlenimleri de kavramalıdır. Ve bu izlenimler ussaldır (noeton). Ruh, hayvanın üzerinde, anlama yetisine, sanılara ve ussal kavramalara sahip olma gücündedir. Hayvan adını, bedenle karışmış ve daha düşük kısımları kavrayan herşeye vermekte bir sakınca yoktur; bunun ötesinde, daha üst kısımlar insan adını almaya layıktır. Düşük kısımlar, bizde, her tarzdaki hayvanlarla ortak yönü gösterir; insan adına layık kısımlar ise akıl yürüten ruhla (logike psykhe) birleşir ve ruh akıl yürüttüğünde, akıl yürüten biziz. Bu şu olguya dayanır: Akıl yürütmeler ruhun etkinliğinin ürünüdürler.
8.        Peki bizim usla (nous) bağlantımız nedir? Kuşkusuz bizdeki usla değil de, usun kendisiyle; bizim üstümüzdeki usla. Bir yandan bölünemez bir birlik olarak, diğer yandan herbirimize dağılmış olarak. İki tarzda idealara sahibiz: ruhta, gelişen bir tarzda ve bir diğerinden ayrı olarak ve “us”da bir bütün olarak. Tanrıyı nasıl biliyoruz? Ussal (akledilir) doğanın ve reel varlığın üstünde bir ilke olarak; tanrı bakımından biz üçüncü derecedeyiz. Bütün evren için, birlikli bir ruh vardır. Şöyle düşünülmeli: Ruh bedenlerde, onları aydınlattığı için bulunur. Onları (ruhları) hayvanlar üretmez.
9.       Değişmeyen ruh insanın işlediği tüm hataların sorumluluğundan muaftır. Çünkü kötü işleri ve hatayı ancak hayvanda ve bileşik olanda buluyoruz. Yanlış kanılar, kötü eylemlere neden olur. Hatayı kendi doğamızdan kaynaklı olarak yapıyoruz. Us bizi yanlışa sürüklemez mi? Hayır, o kusursuz kalır. Sonuç olarak, sadece ruha uygun olan olgular ile beden ve ruha ortak olan olgular arasında bir ayrım yapılmalıdır. Biri [beden ve ruha ortak olan olgular] cisimseldir ya da en azından, beden olmaksızın varolamaz; diğeri [sadece ruha uygun olgular] eylemde bulunmak için bedenin yardımına ihtiyaç duymaz. Demek ki ruh değişmez ve her zaman kendindedir.
10.   Ruh, bizim kendimizse ve biz duygulanıyorsak (paskhomai ?), sonuçta ruh da duygulanmış olmuyor mu? Burada biz sözcüğü bileşik olanı gösterir; bu anlamda da beden ayrılmamış bir şekilde bizim kendimize gönderme yapar. Bu nedenle şöyle söylenebilir: Bizim bedenimiz duygulandığı ölçüde biz de duygulanırız. Burada biz sözcüğü, öyleyse, hayvanla birlikte olan ruhu betimler. Öte yandan, insan bütün hayvan oluştan değerli ve saftır. Onun bedenden ayrı olan ruhla ilişkili ussal erdemleri vardır. Bedenle bağlantılı herşeyi, bedenin yaşamını terk ettiğinde, ruh yoluyla aydınlanma gerçekleşir. Bu ruhla ve ruha uygun olur.
11.   Çocuklarda bileşiklerde ortaya çıkan yetiler çok etkindirler; ama bileşikler en yüksekteki ışığa çok az ulaşabilirler. Sahip olduğumuz bu ruh aracılığıyla ya yükseğe doğru yöneltiliriz ya da aşağıya doğru.
12.   Ruhun günah işlediği tezi, şu durumda geçerlidir: ruh bu durumda bir bileşik haline gelir; duygulanan, kendi bütünlüğünde bu bileşiktir. Bu durumda günah işler ve bu günahının bedelini öder. Canlı ve etkin ruh, cezasını çeken varlıktan farklıdır. Günah işleme durumunda, ruhun bir düşüşü söz konusudur. Beden düzeyine iner ve ondan kaynaklanan şeye meyleder. [Ruh theoria etkinliği yoluyla yükselir].
13.   Biz neyiz? Ya da daha doğrusu, bizim ruhumuz nedir? Ruh aracılığıyla, biz biziz. Ruh olarak biz, kendimiz oluyoruz. Ona bedenden kaynaklanmayan ve onun uygun yaşamını oluşturan bir hareket verilmelidir. Ussal edim bizim kendi edimimizdir, çünkü ruh ussaldır ve ussal edim, onun en mükemmel yaşamını gösterir. Ruh ussal nesneleri düşündüğünde, us bizim üzerimizde eylemde bulunduğunda bu edim gerçekleşir. Böylece, usun (nous) hem bizim bir parçamız olduğunu hem de ona yükseldiğimiz daha üst bir varlık olduğunu söyleyebiliriz.

II.                  Kitap (Erdemler)
1.       Biz erdem yoluyla tanrıya benziyorsak, tanrının kendisi de erdeme sahip olmak durumunda değil mi? Evet, kesinlikle. Yoksa biz hangi tanrıya benzeyecektik ki? Daha yüksek derecede bu niteliklere sahip olan tanrıya değil mi? Evren ruhuna (he tou kosmou psykhe) ve onun bir parçasına, muhteşem bir bilgeliğin kendisini gösterdiği şeye benzemeyecek miyiz bu durumda? Ama öte yandan, tanrının erdemlerin tümüne sahip olması en başta şüpheli görünür. Örneğin, ölçülülük (sophrosyne) ve cesarete (andreia) sahip olması. [Bu değerle daha çok dünyevi olanlarla ilgili]. Bu nedenle tanrının erdeme sahip olmadığı mı söylenmeli? Gerçekten de, en azından sivil [polis yaşamına bağlı] denen erdemlere sahip olmadığı söylenmelidir. Bu erdemler, düşünüp taşınmaya ve akıl yürütmeye dayanırlar. Cesaret kalbin bir erdemidir, ölçülülük arzunun akılla uygun ve uyumlu olmasından kaynaklanır, adalet [dikaiosyne] ruhun herbir kısmının kendine özgü işlevini yerine getirmesinden, yönetme ve itaat etmesinden oluşur. Tanrıyla benzerlik sivil erdemler açısından değil de, daha yüksek erdemler bakımından bulunabilir mi? Sonuç olarak, tanrının bizim erdemlerimizden farklı erdemleri vardır. [Ama erdemler yoluyla, ussal ve tanrısal olana nasıl benzeyebiliriz? Nihayetinde bu alan bizim erdemlerimizin üstünde yer alır.] Ruhun kendilerine katıldığı erdemlerin, onun kendisinden geldiği varlığa özdeş olup olmadığı bir sorundur. Erdem bu varlıktan farklıdır. Duyulara verili bir ev, mimarın düşüncesindeki ev değildir; ama onun bir benzeridir. Düşüncedeki evde düzen, ölçü ve simetri olmamasına rağmen, duyulara verili ev düzen ve ölçüyle oradadır. Aynı şekilde, biz [düşünülür] dünyadan, ölçü, oran ve uyuma sahip olan ve bu anlamda erdemi oluşturan şeyi çıkarabiliriz. Ama öte yandan, bu dünyanın, [bizim kurduğumuz] uyum, düzen ve orana ihtiyacı yoktur.
2.       Erdemler, belirli bir ölçüdedirler [orana sahip], bir sınırla belirlenirler. Hiçbir dereceye, hiçbir ölçüye uymayan şey, yani madde, tanrıya benzemeyecektir. Ama biçimden pay alan, bir biçimi olan şey, ona daha yakındır. Tanrıya yakın (komşu) varlıklar, formdan daha çok pay alırlar. Bu anlamda ruh tanrıya bedenden daha yakındır. [Öyleyse, erdemlere göre yaşamak, bizi tanrıya yaklaştırır]. Demek ki, sivil erdemlere sahip olan insanlar tanrıya benzer olmaya başlarlar.
3.       Platon, tanrıya benzerliğin, üst erdemlere sahip olma anlamında, başka bir uzamdan geldiğine işaret ettiği için, bu başka benzerlik hakkında konuşulmalıdır; aynı şekilde, sivil erdemin ve daha üstün erdemin özü konusunda daha açık hale gelmeliyiz; sivil erdemden farklı bir erdemin olduğu konusunda açık olmalıyız. Platon, en sonunda, Devlet diyalogunda, yalın erdemler hakkında değil, sivil erdemler hakkında konuşmuştur. O bütün bu erdemleri, arınma (katharsis) erdemleri olarak adlandırmıştır. Bu erdemlerin arınmalar olduğunu ve bütünüyle arınma yoluyla [erdemlere ulaşıldığını], hangi anlamda söyleyebiliriz? Ruh, bedenle karıştığında, ona sempati duyduğunda, onunla uyum içinde yargıda bulunduğunda kötü değil mi? Öte yandan, bedenle bu uyumun olmadığı, tek başına eylemde (düşünerek ve ihtiyatla eylemde) bulunduğu durumda, ona artık sempati duymadığı (işte bu ölçülülüktür), bedene yüz çevirmekten artık korkmadığı (bu da cesarettir), hiçbir direnişle karşılaşmadan aklı ve düşünceyi egemen kıldığı (bu ise adalettir) durumda, ruh erdeme sahip ve iyi değil mi? Ussal olanı düşünen ve tutkusu olmayan bir ruh durumudur bu. Bu ruh durumu, tamamen haklı bir biçimde, tanrıya benzerlik olarak adlandırılabilir, çünkü tanrısal olan, bedenin bütününden ve ona uygun eylemden arınmıştır [saftır]. Tanrının düşüncesi ile ruhun düşüncesi, öyleyse, ortak bir ada mı sahip olacak? Evet, bütünüyle. Ama birisi ilkseldir; diğeri onun benzeridir, bu anlamda da ondan farklıdır.
4.       Arınma erdemle özdeş bir şey mi, yoksa erdem arınmanın bir sonucu mu? Erdem, kendini arındırma ediminden mi oluşur, yoksa bu edimin sonucunda ortaya çıkan arınmışlık durumundan mı? Edim halinde olan erdem, durum halinde olandan daha az mükemmeldir, çünkü durum bu edimin gerçekleşmesi [başarıya ulaşması] sonucunda ortaya çıkar. Ama arınmışlık durumu, sadece, bizdeki bütün yabancı öğelerin bastırılması demektir. İyi (to agathon) ise bütünüyle başka bir şeydir. Kendini arındıran varlık, arınmamış [saf olmayan] varlıktan iyi olsaydı, arınma da yeterli olurdu. Kesinlikle o yeterli olurdu ve iyi, yeterli olan şeyin öğesi olurdu, yani arınmanın kendisi olmazdı. Ama arınmadan sonra var olan bu şey nedir? İyi[nin kendisi] midir? Şüphesiz değil. Çünkü o önceden var olsaydı, kötü olan varlığın içinde olacaktı ki, bu da olanaksızdır. Bu şeyin iyinin biçimine sahip olduğu söylenebilir mi? O, hakiki iyiye bağlanma gücünde değildir, çünkü doğal olarak, iyiye olduğu kadar kötüye de meyleder. Bu şey için iyi, benzer olduğu varlıkla kurduğu birliktir, kötü ise karşıt olduğu şeyle kurduğu birliktir. Arınma, öyleyse, zorunlulukla, birliğe ulaşmaktır: yönünü ona doğru çevirerek iyiyle birleşir.
5.      Arınmayı nereye kadar götürebiliriz? Ya da her şeyden önce şu sorulmalıdır: erdem hangi anlamda bizim kalbimizi, arzularımızı ve bütün başka duygulanımlarımızı, acılarımızı ve buna benzer tutkularımızı arındırabilir? Bir de şu sorulmalıdır: ruhumuz, hangi aşamaya kadar kendini bedenden ayırabilir? Bedenden ayrı olduğu durumda, şüphesiz, farklı bir düzleme sahip olacak şekilde, kendi bütün kısımlarıyla kendinde kalacaktır; o bütünüyle duygusuz olacaktır. Kaçınamayacağı hazları olmayacaktır artık. Hiçbir korkusu olmayacak onun. Utanılacak hiçbir şeyi kesinlikle arzulamayacak. Aşkın arzularını aramayacak, ya da sadece, doğanın gerektirdiği kadarını arayacak ve kendisi üzerinde onun efendiliğine izin vermeyecek. Ruh sadece bu tutkuların tümünden arınmakla kalmayıp, kedisinin ustan pay almayan kısmından da arınmayı isteyecektir.
6.      İnsanın çabası hatayı değil, tanrı olmayı hedefler. Bilgelik (sophia) ve aklı başındalık (phronesis) usa sahip olan ve bir bağlantıyla sahip olunan varlığı temaşa etmekten (theoria) oluşur. Bilgelik ve aklı başındalık iki türlüdür: bir bakımdan ‘us’ta, bir bakımdan da ruhta olacak şekilde iki türlü. Us’ta onlar erdemler değildir, ruh da ise erdemlerdir. Peki, us’ta onlar nedir? Usun yalın eylemi ve özüdürler. Ruha ise us’tan geldiklerinden ve kendinden farklı bir varlıkta kaldıklarından, onlar erdemdirler. Örneğin, kendinde adalet, kendinde erdemin bütünü olarak, bir erdem değil, bir erdemin örneğidir [paradeigma]; bu ruha geldiğinde ise bir erdemdir. Gerçekte erdem bir varlıkla ilgili söylenir, ama kendinde erdem ya da erdemin ideası, kendi hakkında söylenir ve kendinden başka bir şey hakkında söylenmez.
7.      Us’ta bilim ya da bilgelik düşünce dediğimiz şeydir. Ölçülülük (sophrosyne),ruhun bilim ve bilgelikle bağlantısıdır. Adalet, ruha uygun etkinliğin gerçekleşmesidir. Cesaret, ruhun kendisi ile özdeşliği ve kendi arınmış durumundaki sebatıdır. Ruhta bilgelik ve aklıbaşındalık / pratik bilgelik (phronesis), usun (nous) görünümüdür (horasis); ama bunlar orada ruhun erdemleridirler. Ruhun kendine özgü erdemleri yoktur, us’ta olan türde [bunlar ustan kaynaklı erdemlerdir]. Erdemlerin bir dizisi oradadır. Arınma sayesinde (çünkü bütün erdemler, bir arınmışlık durumunu içerecek tarzda arınmışlıklardır) ruh bütün erdemlere sahiptir; bu erdemlere sahip olmadıkça, ruh tamlığa, mükemmelliğe (teleion) erişemez. Belirli ilkelere ve üst kurallara erişildiğinde, ruh bu kurallara uygun eyler; bu aşamadan sonra, ölçülülük, sadece hazların sınırlanmasıyla kendini belli etmez, ayrıca, eğer olanaklı olabiliyorsa, kendini bedenden bütünüyle yalıtır (izole eder); artık sivil (politik) erdemlere uygun yaşayan iyi bir insan yaşamı sözkonusu değildir; ruh bu yaşamı terk eder; tanrısal olan başka bir yaşamı seçer, çünkü o artık iyi bir insan gibi değil, tanrı gibi olmuştur.


III.                KİTAP   (Diyalektik Üzerine)      
1.       Gitmemiz gereken yere bizi götürecek olan şey, hangi sanat (tekhne), hangi yöntem (methodos), hangi pratiktir (epitedeusis)? Gitmemiz gereken yer neresidir? Gitmemiz gereken yer, iyinin kendisi (tagathon) ve ilk ilke / ilk başlangıçtır (arkhe ten proten). [Kişinin yükselişi nasıl olacak?] [Yükselecek olan kişi,] doğuştan, bir filozof, bir güzellik dostu, bir müzisyen (mousikos) ya da bir aşık (erotikos) olacak olan bir insan türüne (tohum) aittir. Evet, filozof, müzik dostu ve âşık yükselse gerek. Ama hangi tarzda? Hepsi aynı tarzda mı ilerlemeli yoksa herbiri ayrı tarzlarda mı? Düşünülür olana nasıl çıkılacak? Müzisyen güzellik yoluyla kendinden geçer ve biçim değiştirir.
2.       Müzisyen kendini bir âşığa dönüştürebilir ve bu dönüşümden sonra en uçtaki iyinin düzleminde yer alabilir. Aşığın kendisi, güzelin kendisini hatırlar; ama ondan ayrılır. Bu anlamda, ona tek bedene bağlanmaması, tüm bedenleri hesaba katması, tüm bedenlerdeki güzelliği gözönünde tutması öğretilmelidir. Ona aynı zamanda, sanatlardaki, bilimlerdeki ve erdemlerdeki güzellik gösterilmelidir. Nihayetinde ona güzelin birliği gösterilmeli ve onun nasıl ortaya çıktığını kavraması sağlanmalıdır.
3.       Filozof, yükselmek için doğal bir eğilime sahiptir; kanatları vardır onun ve öncekilerde olduğu tarzda, kendini zorla duyulur olandan ayırmaya ihtiyaç duymaz. Yükseklere yerleştirir kendini. Ama onun yürüyüşü bir belirsizlik içerir, bu nedenle de bir rehbere ihtiyaç duyar. Yol-yordam öğretilmelidir ona. Duyulur şeylerle bağını koparması gerekir ve bu çok uzun bir zaman alır. Çeşitli bilimlerde eğitim verildikten sonra, diyalektik (dialektike) öğretilmeli ve bir diyalektik ustası (dialektikos) yapılmalıdır kendisi.
4.       Müzisyen ve aşıklara da öğretilmesi gereken bu diyalektik nedir? Verili her bir şeyi bir tanıtlama (logos) yoluyla açıklama gücünde olan bir bilimdir (episteme); bu bilimde ayrı olanlar ile ortak olanlar birbirinden ayrılır (diapherein). Bu şeyin hangi sınıfa dahil edileceği belirlenir. Diyalektik, iyi ile onun karşıtını ve iyi ile onun karşıtının bütün alt türlerini ele alır; sonsuz ile sonsuz olmayanı, kanıya değil, her zaman bilgiye dayanarak tanımlar. Ruhu hakikatle besler, Platon’un dediği gibi. Bir cinsin türlerini ayırmak için Platoncu bölme yöntemini kullanır ve bu bölmeleri yaparak, sonunda ilk cinslere ulaşır. Bu cinslerden hareketle, düşünme yoluyla düşünülür olan alana gidişi başarana kadar çalışır. Sonunda da ilkelere ulaşır.
5.       Diyalektik, felsefeyle aynı şeydir ya da en azından onun en önde gelen kısmıdır; onu sadece felsefenin, teoremlerin ve kuralların bir toplamı olan organonu olarak görmemek gerekir; diyalektik, varolan şeylerle ilgili eylemler (pragmata) ve bunların içeriğiyle de ilgilidir.
6.       Demek ki diyalektik, felsefenin diğerlerinden daha önde gelen en önemli parçasıdır (“mütemmim cüzü”dür). Felsefenin başka kısımları da vardır; felsefe doğayı araştırır ve bunu diyalektiğin yardımıyla yapar. Aritmetik ve diğer sanatlar da diyalektiği kullanır; fizik diyalektiğe çok yakındır ve diyalektik yoluyla çalışır. Felsefe ahlak alanında da iş görür ve bunu diyalektik yoluyla yapar. Diyalektik iyi huylar/alışkanlıkları (ethos) ve bu huyların/alışkanlıkları ortaya çıktığı uygulamaları (askesis) hayata geçirir. Usa dayalı alışkanlıklar kendi karakterlerini, bu diyalektik kökenden alırlar.
Peki, diyalektik ve bilgelik olmadan, daha aşağı düzeydeki erdemlerin olması mümkün müdür? Evet, kuşkusuz mümkündür ama eksik ve kusurlu bir biçimde… Öte yandan, bu erdemler olmadan [polis yaşamına uygun erdemler kastediliyor] bir bilge (sophos) ya da diyalektik ustası (dialektikos) olmak mümkün mü? İşte bu olanaksızdır, çünkü bu erdemler bilgeliğe ve diyalektik ustası olmaya giden yolu hazırlarlar.