Bir süredir Heidegger bağlantılı
derslerde "var" ve "varlık", "olma" kelimelerinin
etimolojisiyle uğraşmaktayız. Böylesi bir meşgale içinde bir süre öğrenciliğimi
yapmış olan ve şu an yurt dışında felsefe asistanlığı yapan Onur Karamercan'dan
bu meselelerle ilgili bir mail aldım. Öğrencilerimin oldukça işine yarayacağını
düşündüğüm için burada yayınlıyorum:
"Hocam, internette her şeyi okumak mümkün, durum böyle olunca ben de
şu sıralar bırakmakta olduğum sakalımın kökenini araştırmak istedim. Antik
Yunan'da sakal erkeklik sembolü olarak görülüyormuş ve bazı Yunan şehirlerinde
sakalını traş etmek yasakmış hatta. Sakalını kesmek bir tür yas tutmanın
belirtisyimiş. Bütün hayvanlar da depresyona girdiğinde tüylerini dökerler,
sanırım Yunanlılarda herşey 'doğal'
oluyordu.
Neyse, Roma'da ise sakalını traş etmek erkekliğin simgesi olarak görülmeye başlamış, aynı zamanda iyi görünümün, yüksek yaşam kalitesinin göstergesi olarak da. Ayrıca, sakalını traş etmiş olmak 'Yunan olmadığının' bir işaretiymiş Romalı için. Şimdiki zaman da bir tür Roma devri. Amerika bir tür Roma, AB, Roma İmparatorluğunun kendisi gibi bir şey. Şimdi ben sakal bırakınca 'doğulu', 'köylü, gelişmemiş, vahşi insanların yaşadığı (barbar)' bir yerden gelmiş gibi görünüyorum. Ne de olsa Antik Yunan topraklarındanım, ben de neden hep sakalımı tıraş etmekten nefret ettiğimi sorgulayıp duruyordum.
Yalnız nereden nereye, İslam dininde sakalın yerini okurken onun bir 'fitre' olduğunu öğrendim, sonra da 'fitre' sözcüğünün etimolojisini merak ettim. Fıtrat, ve fatr kökenlerinden geliyormuş. Doğa, ortaya çıkma, yarma, kazma, oruç açma gibi anlamları var. Tasavvufta ise “yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması”, “yokluktan varlığın kazınarak çıkarılması, ortaya konması” gibi bir anlamı var. İlginç kısmı şu ki, varlıkların özleri ve yasalar; tabi oldukları değişim ve gelişim de bu kavramın sınırları içerisinde.
Hani hep Arapça'da varlık sözcüğünün olmadığından bahsediyorduk ya, aslında bu Hint- Avrupa dillerindekine benzer bir 'to be', 'sein' aramamızdan kaynaklanıyor. Bu Avrupa dillerinin yarattığı bir karmaşa, bir şeyin ne olduğunu söylemek için kullandıkları 'olmak' sözcüğü ile 'varlığın kendisi' aynı olduğundan, (Being, Sein; to be something, etwas zu sein) epistemoloji ile ontoloji birbirine giriyor ve varlık unutulmuşluğu doğuyor. Türkçe'de de Batı dillerindeki gibi bir 'olmak' fiili yok, bir şeyin ne olduğunu söylerken biz 'durmak' fiilini kullanıyoruz. Bu, şu'dur'. Bu, böyle böyle'dir'. Bu Eski Türkçe'de -turur sözcüğünden geliyor, ve şimdiki dilbilim terimleriyle güya 'bildirme eki' -dır haline geliyor. Demek istediğim, her dilin logos’u ve varlığı, kendi içerisinde farklı bir sözcükle karşılanıyor. Yani bir Türk için varlık sorusu 'Durum' sorusuna, bir Arap için 'Fıtrat' sorusuna dönüşüyor. Bu konuda bir makale yazılsa hiç fena olmaz, hatta makale değil, kitap. Metafiziğin dilinin birçok önyargısını kırar, Heidegger'in 'nasyonel' düşünmesinin arka planını açığa çıkarır gibi duruyor. Bunun üzerinde düşünüyorum bu aralar.
Neyse, Roma'da ise sakalını traş etmek erkekliğin simgesi olarak görülmeye başlamış, aynı zamanda iyi görünümün, yüksek yaşam kalitesinin göstergesi olarak da. Ayrıca, sakalını traş etmiş olmak 'Yunan olmadığının' bir işaretiymiş Romalı için. Şimdiki zaman da bir tür Roma devri. Amerika bir tür Roma, AB, Roma İmparatorluğunun kendisi gibi bir şey. Şimdi ben sakal bırakınca 'doğulu', 'köylü, gelişmemiş, vahşi insanların yaşadığı (barbar)' bir yerden gelmiş gibi görünüyorum. Ne de olsa Antik Yunan topraklarındanım, ben de neden hep sakalımı tıraş etmekten nefret ettiğimi sorgulayıp duruyordum.
Yalnız nereden nereye, İslam dininde sakalın yerini okurken onun bir 'fitre' olduğunu öğrendim, sonra da 'fitre' sözcüğünün etimolojisini merak ettim. Fıtrat, ve fatr kökenlerinden geliyormuş. Doğa, ortaya çıkma, yarma, kazma, oruç açma gibi anlamları var. Tasavvufta ise “yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması”, “yokluktan varlığın kazınarak çıkarılması, ortaya konması” gibi bir anlamı var. İlginç kısmı şu ki, varlıkların özleri ve yasalar; tabi oldukları değişim ve gelişim de bu kavramın sınırları içerisinde.
Hani hep Arapça'da varlık sözcüğünün olmadığından bahsediyorduk ya, aslında bu Hint- Avrupa dillerindekine benzer bir 'to be', 'sein' aramamızdan kaynaklanıyor. Bu Avrupa dillerinin yarattığı bir karmaşa, bir şeyin ne olduğunu söylemek için kullandıkları 'olmak' sözcüğü ile 'varlığın kendisi' aynı olduğundan, (Being, Sein; to be something, etwas zu sein) epistemoloji ile ontoloji birbirine giriyor ve varlık unutulmuşluğu doğuyor. Türkçe'de de Batı dillerindeki gibi bir 'olmak' fiili yok, bir şeyin ne olduğunu söylerken biz 'durmak' fiilini kullanıyoruz. Bu, şu'dur'. Bu, böyle böyle'dir'. Bu Eski Türkçe'de -turur sözcüğünden geliyor, ve şimdiki dilbilim terimleriyle güya 'bildirme eki' -dır haline geliyor. Demek istediğim, her dilin logos’u ve varlığı, kendi içerisinde farklı bir sözcükle karşılanıyor. Yani bir Türk için varlık sorusu 'Durum' sorusuna, bir Arap için 'Fıtrat' sorusuna dönüşüyor. Bu konuda bir makale yazılsa hiç fena olmaz, hatta makale değil, kitap. Metafiziğin dilinin birçok önyargısını kırar, Heidegger'in 'nasyonel' düşünmesinin arka planını açığa çıkarır gibi duruyor. Bunun üzerinde düşünüyorum bu aralar.
Varlık kelimesinin
kökeninde olduğu söylenen Moğolca Barlık
zaten Türkçe'de de hep barlık idi,
ama b sesi v ye dönüştü. Olmak fiili de eski biçimiyle bolmak şeklinde geçiyor ama sonradan başında b düşmüş, ama birçok Türk dilinde hala bolmak biçimi ve barlık
biçimi kullanılıyor. Türkçe'de de mal
varlığı deriz ya, varlık aynı varlık, ama ben bu yüzden varlık sözcüğünü sevmiyorum çünkü
ontolojik bir anlamdan ziyade, bir şeyi
elinde tutma, iyeliği haline getirme anlamı var, Fransızca’daki il y 'a'
gibi [il y a: “vardır” ifadesinde çekimle ‘a’ şekline bürünmüş avoir: sahip olmak, iyeliği haline getirmek fiili vardır Ç.T.] . Bu yüzden
Türk felsefe dilinde varlık
sözcüğünün terk edilip olmaya
geçilmesi şart, ki, olma bile bir
yerde fazla çeviri kokan bir sözcük, çünkü Heidegger'in varlık sorusunu
Türkçe'ye “olma nedir?” diye çevirdiğimizde, Heidegger'in Almanca'da sormak
istediği sorunun anlamını kaçırıyoruz. Tıpkı Latinlerin Yunancadan çevirdikleri
kavramlarda olduğu gibi, çeviri sözcüğü çeviriyor ama anlamı çeviremiyor. “Was ist sein?” “Durma nedir?”den başka
bir şey değil temelde. Ben bununla ilgili baya yazdım, pek felsefe tarihini
açıklayıcı değil de, daha çok yeni bir şeyler ortaya koymaya çalışan. Mesela
Heidegger'in wohnen-bauen-denken [ikamet
etmek-inşa etmek-düşünmek Ç.T.] arasında kurduğu bağlantıyla ilgili olarak,
Türkçe'de oturmak sözcüğünün aslı 'ol-dur-mak', -dur ettirgenlik eki; ama o zamanın Türkçesi’nde olmak fiili hem olmak hem de bolmak biçiminde kullanılıyor mu emin değilim. Kıpçaklarda olmaktan yola çıkarak oldurmak eğer oturmak anlamını aldıysa, Karadenizin batısından Germenia'ya göçen
Alman kabilelerinin de aynı dil mantığına sahip olması kör bir rastlantıdan
ziyade bir çeşit ortaklık olarak değerlendirilebilir, ama bütün Türk dillerinde
oldurmak fiilinin olmaktan mı yoksa olmak isimli başka bir kökten mi gelip
gelmediği taranmalı, mesele oldukça çetrefilli.”
Faydalı bir makale olmuş. Bu sitede çok faydalı makaleler bulunuyor. Tavsiye ederim. Sakal modelleri
YanıtlaSil