I.
ENNEAD
I.
KİTAP
1. Haz
(hedone), acı (lype), tutku (duygulanım) (pathos) vs. bunların kaynağı nedir?
Ruhla (psykhe) bağlanıtısı nedir? Beden tarafından kullanılan ruhla mı ilgili
bunlar? Bu tutkulardan kaynaklanan eylem ve kanılar araştırılmalı. Bunların
anlama yetisi (dianoia) ve sanıyla (doksa) ilgisi nedir? Duyulardan kaynaklanan
eylem. Duygulanımlar (tutkular), duyulardan (aisthesis) gelir.
2. Ruh
eğer ruhun varlığıyla özdeşse, o bir formdur. İçkin ve kendinden kaynaklı bir
harekettir. Bunu bildiğimizde, onun aynı zamanda akıl (logos) olduğunu anlarız.
Bu anlamda onun ölümsüz olduğunu (athanaton) söylemek de doğru olacaktır, çünkü
ölümsüz ve bozulmaz olanın duygulanımı söz konusu olamaz (apathe). Onda
iştahlanma (epithumia) yoktur [yalın halde, kendi başınayken]. Bu türden
duygulanımlar ve istekler bedenle birlikte olan ruhta söz konusudur. Yalın
haldeyken kendine yeterlidir; kendi özüne uygun haldedir. Ne duyum (aisthesis)
ne anlama yetisi (dianoia) ne sanı (doksa) vardır bu durumda; çünkü duyumsama
bir bedenin varlığıyla belirlenen biçim ve tarzı almaktan oluşur. Ussal
düşünmeden (noesis) kaynaklı saf bir haz söz konusudur.
3. Hayvan
(zoon): beden içindeki ruhu göz önünde tuttuğumuzda. [Burada ruh ile bedenin
birleşik olduğu durumu göz önünde tutuyor. Bedene göre kendini biçimlendiren
şeyi hayvan olarak adlandırıyor.] Duygulanımlar, tutkulanımlar vs. Bunlar
yoluyla ruh bedenin hizmetindedir. Beden ruhun bir aleti olsaydı, bedenin
duygulanımları onda bir etki yaratmış olamazdı. Ama nasıl bu tutkular bedenden
ruha sirayet ederler? Bir beden başka bir bedene bir şeyler iletebilir, ama
beden ruha nasıl bir şeyleri aktarabilir? Beden ruhun bir aleti olsaydı, onlar
ayrı kalırlardı. Ama bu ayrılık, felsefe pratiği olmaksızın gerçekleşmez.
[Öyleyse bazı ihtimaller kalıyor geriye: ya ruh bedenin biçimini alır ya da
ruhun bir kısmı bedenle tamamen karışmış bir biçimde bulunurken, diğer bir kısmı
ondan ayrı kalır]. Felsefe bu ikinci kısmı birinciye yeğleyecektir. [Öyleyse
ruhta bir logoslu bir de logossuz kısımların olduğunu kabul etmek gerekir].
4. Ama
ruh bir töz olduğundan, o bedenden ayrı bir form olsa gerek ve bedenin bir
hizmetçisi gibi görülmeye tercih edilmeli bu.
5. Ama
hayvan nedir? Canlı beden mi, ruh ile bedenin ortaklığı mı, yoksa bu ikisini de
kapsayacak şekilde bir üçüncü şey mi? Bu durumda ya ruh beden için tutkuların
nedeni olmalı, ya da ondan etki almalı (duygulanmalı). Ondan etki alıyorsa, bu
ona acı çektirecek ya da onda bedenle aynı ya da benzer duygulanımı
yaratacaktır (örneğin, hayvanın arzusuna (epithumia) arzulama yetisi
(epithumetikon) içinde bir edim ya da bir duygulanım karşılık gelecektir). Ama
tutkular neye aittir? Bedene mi, ruha mı? Cinsel arzuların bedenle bağlantılı
oldukları açık. Ama mesela iyiye eğilim ortak bir duygulanım değil, ruha uygun
bir duygulanım. İnsan aşk arzusu çekiyorsa, arzulayan insanın kendisidir; ama
başka bir anlamda da arzulama yetisidir. Arzulama yetisi harekete geçmezse,
insan nasıl arzulayabilir ki?
6. Duyumsama,
ruhun duyumsama yetisinin olması sayesinde var olacaktır. Öyleyse, duyumsayan
kimdir? Bileşik olan (to synamphoteron).
7. Ruh
duyumsama gücündeyse, o sadece duyusal şeyleri kavramamalı, aynı zamanda
duyumun neticesinde hayvanda üretilen izlenimleri de kavramalıdır. Ve bu
izlenimler ussaldır (noeton). Ruh, hayvanın üzerinde, anlama yetisine, sanılara
ve ussal kavramalara sahip olma gücündedir. Hayvan adını, bedenle karışmış ve
daha düşük kısımları kavrayan herşeye vermekte bir sakınca yoktur; bunun
ötesinde, daha üst kısımlar insan adını almaya layıktır. Düşük kısımlar, bizde,
her tarzdaki hayvanlarla ortak yönü gösterir; insan adına layık kısımlar ise
akıl yürüten ruhla (logike psykhe) birleşir ve ruh akıl yürüttüğünde, akıl
yürüten biziz. Bu şu olguya dayanır: Akıl yürütmeler ruhun etkinliğinin
ürünüdürler.
8. Peki bizim usla (nous) bağlantımız nedir?
Kuşkusuz bizdeki usla değil de, usun kendisiyle; bizim üstümüzdeki usla. Bir
yandan bölünemez bir birlik olarak, diğer yandan herbirimize dağılmış olarak.
İki tarzda idealara sahibiz: ruhta, gelişen bir tarzda ve bir diğerinden ayrı
olarak ve “us”da bir bütün olarak. Tanrıyı nasıl biliyoruz? Ussal (akledilir)
doğanın ve reel varlığın üstünde bir ilke olarak; tanrı bakımından biz üçüncü
derecedeyiz. Bütün evren için, birlikli bir ruh vardır. Şöyle düşünülmeli: Ruh
bedenlerde, onları aydınlattığı için bulunur. Onları (ruhları) hayvanlar
üretmez.
9. Değişmeyen
ruh insanın işlediği tüm hataların sorumluluğundan muaftır. Çünkü kötü işleri
ve hatayı ancak hayvanda ve bileşik olanda buluyoruz. Yanlış kanılar, kötü
eylemlere neden olur. Hatayı kendi doğamızdan kaynaklı olarak yapıyoruz. Us
bizi yanlışa sürüklemez mi? Hayır, o kusursuz kalır. Sonuç olarak, sadece ruha
uygun olan olgular ile beden ve ruha ortak olan olgular arasında bir ayrım
yapılmalıdır. Biri [beden ve ruha ortak olan olgular] cisimseldir ya da en
azından, beden olmaksızın varolamaz; diğeri [sadece ruha uygun olgular] eylemde
bulunmak için bedenin yardımına ihtiyaç duymaz. Demek ki ruh değişmez ve her
zaman kendindedir.
10. Ruh,
bizim kendimizse ve biz duygulanıyorsak (paskhomai ?), sonuçta ruh da
duygulanmış olmuyor mu? Burada biz sözcüğü
bileşik olanı gösterir; bu anlamda da beden ayrılmamış bir şekilde bizim
kendimize gönderme yapar. Bu nedenle şöyle söylenebilir: Bizim bedenimiz
duygulandığı ölçüde biz de duygulanırız. Burada biz sözcüğü, öyleyse, hayvanla birlikte olan ruhu betimler. Öte
yandan, insan bütün hayvan oluştan değerli ve saftır. Onun bedenden ayrı olan
ruhla ilişkili ussal erdemleri vardır. Bedenle bağlantılı herşeyi, bedenin
yaşamını terk ettiğinde, ruh yoluyla aydınlanma gerçekleşir. Bu ruhla ve ruha
uygun olur.
11. Çocuklarda
bileşiklerde ortaya çıkan yetiler çok etkindirler; ama bileşikler en yüksekteki
ışığa çok az ulaşabilirler. Sahip olduğumuz bu ruh aracılığıyla ya yükseğe
doğru yöneltiliriz ya da aşağıya doğru.
12. Ruhun
günah işlediği tezi, şu durumda geçerlidir: ruh bu durumda bir bileşik haline
gelir; duygulanan, kendi bütünlüğünde bu bileşiktir. Bu durumda günah işler ve
bu günahının bedelini öder. Canlı ve etkin ruh, cezasını çeken varlıktan
farklıdır. Günah işleme durumunda, ruhun bir düşüşü söz konusudur. Beden
düzeyine iner ve ondan kaynaklanan şeye meyleder. [Ruh theoria etkinliği yoluyla yükselir].
13. Biz
neyiz? Ya da daha doğrusu, bizim ruhumuz nedir? Ruh aracılığıyla, biz biziz. Ruh olarak biz, kendimiz
oluyoruz. Ona bedenden kaynaklanmayan ve onun uygun yaşamını oluşturan bir
hareket verilmelidir. Ussal edim bizim kendi edimimizdir, çünkü ruh ussaldır ve
ussal edim, onun en mükemmel yaşamını gösterir. Ruh ussal nesneleri
düşündüğünde, us bizim üzerimizde eylemde bulunduğunda bu edim gerçekleşir.
Böylece, usun (nous) hem bizim bir parçamız olduğunu hem de ona yükseldiğimiz daha
üst bir varlık olduğunu söyleyebiliriz.
II.
Kitap
(Erdemler)
1. Biz
erdem yoluyla tanrıya benziyorsak, tanrının kendisi de erdeme sahip olmak
durumunda değil mi? Evet, kesinlikle. Yoksa biz hangi tanrıya benzeyecektik ki?
Daha yüksek derecede bu niteliklere sahip olan tanrıya değil mi? Evren ruhuna
(he tou kosmou psykhe) ve onun bir parçasına, muhteşem bir bilgeliğin kendisini
gösterdiği şeye benzemeyecek miyiz bu durumda? Ama öte yandan, tanrının
erdemlerin tümüne sahip olması en başta şüpheli görünür. Örneğin, ölçülülük
(sophrosyne) ve cesarete (andreia) sahip olması. [Bu değerle daha çok dünyevi
olanlarla ilgili]. Bu nedenle tanrının erdeme sahip olmadığı mı söylenmeli?
Gerçekten de, en azından sivil [polis yaşamına bağlı] denen erdemlere sahip
olmadığı söylenmelidir. Bu erdemler, düşünüp taşınmaya ve akıl yürütmeye
dayanırlar. Cesaret kalbin bir erdemidir, ölçülülük arzunun akılla uygun ve
uyumlu olmasından kaynaklanır, adalet [dikaiosyne] ruhun herbir kısmının
kendine özgü işlevini yerine getirmesinden, yönetme ve itaat etmesinden oluşur.
Tanrıyla benzerlik sivil erdemler açısından değil de, daha yüksek erdemler
bakımından bulunabilir mi? Sonuç olarak, tanrının bizim erdemlerimizden farklı
erdemleri vardır. [Ama erdemler yoluyla, ussal ve tanrısal olana nasıl
benzeyebiliriz? Nihayetinde bu alan bizim erdemlerimizin üstünde yer alır.]
Ruhun kendilerine katıldığı erdemlerin, onun kendisinden geldiği varlığa özdeş
olup olmadığı bir sorundur. Erdem bu varlıktan farklıdır. Duyulara verili bir
ev, mimarın düşüncesindeki ev değildir; ama onun bir benzeridir. Düşüncedeki
evde düzen, ölçü ve simetri olmamasına rağmen, duyulara verili ev düzen ve
ölçüyle oradadır. Aynı şekilde, biz [düşünülür] dünyadan, ölçü, oran ve uyuma
sahip olan ve bu anlamda erdemi oluşturan şeyi çıkarabiliriz. Ama öte yandan, bu
dünyanın, [bizim kurduğumuz] uyum, düzen ve orana ihtiyacı yoktur.
2. Erdemler,
belirli bir ölçüdedirler [orana sahip], bir sınırla belirlenirler. Hiçbir
dereceye, hiçbir ölçüye uymayan şey, yani madde, tanrıya benzemeyecektir. Ama
biçimden pay alan, bir biçimi olan şey, ona daha yakındır. Tanrıya yakın
(komşu) varlıklar, formdan daha çok pay alırlar. Bu anlamda ruh tanrıya
bedenden daha yakındır. [Öyleyse, erdemlere göre yaşamak, bizi tanrıya
yaklaştırır]. Demek ki, sivil erdemlere sahip olan insanlar tanrıya benzer
olmaya başlarlar.
3. Platon,
tanrıya benzerliğin, üst erdemlere sahip olma anlamında, başka bir uzamdan
geldiğine işaret ettiği için, bu başka benzerlik hakkında konuşulmalıdır; aynı
şekilde, sivil erdemin ve daha üstün erdemin özü konusunda daha açık hale
gelmeliyiz; sivil erdemden farklı bir erdemin olduğu konusunda açık olmalıyız.
Platon, en sonunda, Devlet
diyalogunda, yalın erdemler hakkında değil, sivil erdemler hakkında
konuşmuştur. O bütün bu erdemleri, arınma (katharsis) erdemleri olarak
adlandırmıştır. Bu erdemlerin arınmalar olduğunu ve bütünüyle arınma yoluyla
[erdemlere ulaşıldığını], hangi anlamda söyleyebiliriz? Ruh, bedenle
karıştığında, ona sempati duyduğunda, onunla uyum içinde yargıda bulunduğunda
kötü değil mi? Öte yandan, bedenle bu uyumun olmadığı, tek başına eylemde
(düşünerek ve ihtiyatla eylemde) bulunduğu durumda, ona artık sempati duymadığı
(işte bu ölçülülüktür), bedene yüz çevirmekten artık korkmadığı (bu da
cesarettir), hiçbir direnişle karşılaşmadan aklı ve düşünceyi egemen kıldığı
(bu ise adalettir) durumda, ruh erdeme sahip ve iyi değil mi? Ussal olanı
düşünen ve tutkusu olmayan bir ruh durumudur bu. Bu ruh durumu, tamamen haklı
bir biçimde, tanrıya benzerlik olarak adlandırılabilir, çünkü tanrısal olan,
bedenin bütününden ve ona uygun eylemden arınmıştır [saftır]. Tanrının
düşüncesi ile ruhun düşüncesi, öyleyse, ortak bir ada mı sahip olacak? Evet,
bütünüyle. Ama birisi ilkseldir; diğeri onun benzeridir, bu anlamda da ondan
farklıdır.
4. Arınma
erdemle özdeş bir şey mi, yoksa erdem arınmanın bir sonucu mu? Erdem, kendini
arındırma ediminden mi oluşur, yoksa bu edimin sonucunda ortaya çıkan
arınmışlık durumundan mı? Edim halinde olan erdem, durum halinde olandan daha
az mükemmeldir, çünkü durum bu edimin gerçekleşmesi [başarıya ulaşması]
sonucunda ortaya çıkar. Ama arınmışlık durumu, sadece, bizdeki bütün yabancı öğelerin
bastırılması demektir. İyi (to agathon) ise bütünüyle başka bir şeydir. Kendini
arındıran varlık, arınmamış [saf olmayan] varlıktan iyi olsaydı, arınma da
yeterli olurdu. Kesinlikle o yeterli olurdu ve iyi, yeterli olan şeyin öğesi
olurdu, yani arınmanın kendisi olmazdı. Ama arınmadan sonra var olan bu şey
nedir? İyi[nin kendisi] midir? Şüphesiz değil. Çünkü o önceden var olsaydı,
kötü olan varlığın içinde olacaktı ki, bu da olanaksızdır. Bu şeyin iyinin
biçimine sahip olduğu söylenebilir mi? O, hakiki iyiye bağlanma gücünde
değildir, çünkü doğal olarak, iyiye olduğu kadar kötüye de meyleder. Bu şey
için iyi, benzer olduğu varlıkla kurduğu birliktir, kötü ise karşıt olduğu
şeyle kurduğu birliktir. Arınma, öyleyse, zorunlulukla, birliğe ulaşmaktır:
yönünü ona doğru çevirerek iyiyle birleşir.
5.
Arınmayı nereye kadar götürebiliriz? Ya da her
şeyden önce şu sorulmalıdır: erdem hangi anlamda bizim kalbimizi, arzularımızı
ve bütün başka duygulanımlarımızı, acılarımızı ve buna benzer tutkularımızı
arındırabilir? Bir de şu sorulmalıdır: ruhumuz, hangi aşamaya kadar kendini
bedenden ayırabilir? Bedenden ayrı olduğu durumda, şüphesiz, farklı bir düzleme
sahip olacak şekilde, kendi bütün kısımlarıyla kendinde kalacaktır; o bütünüyle
duygusuz olacaktır. Kaçınamayacağı hazları olmayacaktır artık. Hiçbir korkusu
olmayacak onun. Utanılacak hiçbir şeyi kesinlikle arzulamayacak. Aşkın
arzularını aramayacak, ya da sadece, doğanın gerektirdiği kadarını arayacak ve
kendisi üzerinde onun efendiliğine izin vermeyecek. Ruh sadece bu tutkuların
tümünden arınmakla kalmayıp, kedisinin ustan pay almayan kısmından da arınmayı
isteyecektir.
6.
İnsanın çabası hatayı değil, tanrı olmayı
hedefler. Bilgelik (sophia) ve aklı başındalık (phronesis) usa sahip olan ve
bir bağlantıyla sahip olunan varlığı temaşa etmekten (theoria) oluşur. Bilgelik
ve aklı başındalık iki türlüdür: bir bakımdan ‘us’ta, bir bakımdan da ruhta
olacak şekilde iki türlü. Us’ta onlar erdemler değildir, ruh da ise
erdemlerdir. Peki, us’ta onlar nedir? Usun yalın eylemi ve özüdürler. Ruha ise
us’tan geldiklerinden ve kendinden farklı bir varlıkta kaldıklarından, onlar
erdemdirler. Örneğin, kendinde adalet, kendinde erdemin bütünü olarak, bir
erdem değil, bir erdemin örneğidir [paradeigma]; bu ruha geldiğinde ise bir
erdemdir. Gerçekte erdem bir varlıkla ilgili söylenir, ama kendinde erdem ya da
erdemin ideası, kendi hakkında söylenir ve kendinden başka bir şey hakkında
söylenmez.
7.
Us’ta bilim ya da bilgelik düşünce dediğimiz
şeydir. Ölçülülük (sophrosyne),ruhun bilim ve bilgelikle bağlantısıdır. Adalet,
ruha uygun etkinliğin gerçekleşmesidir. Cesaret, ruhun kendisi ile özdeşliği ve
kendi arınmış durumundaki sebatıdır. Ruhta bilgelik ve aklıbaşındalık / pratik
bilgelik (phronesis), usun (nous) görünümüdür (horasis); ama bunlar orada ruhun
erdemleridirler. Ruhun kendine özgü erdemleri yoktur, us’ta olan türde [bunlar
ustan kaynaklı erdemlerdir]. Erdemlerin bir dizisi oradadır. Arınma sayesinde
(çünkü bütün erdemler, bir arınmışlık durumunu içerecek tarzda
arınmışlıklardır) ruh bütün erdemlere sahiptir; bu erdemlere sahip olmadıkça, ruh
tamlığa, mükemmelliğe (teleion) erişemez. Belirli ilkelere ve üst kurallara
erişildiğinde, ruh bu kurallara uygun eyler; bu aşamadan sonra, ölçülülük,
sadece hazların sınırlanmasıyla kendini belli etmez, ayrıca, eğer olanaklı
olabiliyorsa, kendini bedenden bütünüyle yalıtır (izole eder); artık sivil
(politik) erdemlere uygun yaşayan iyi bir insan yaşamı sözkonusu değildir; ruh
bu yaşamı terk eder; tanrısal olan başka bir yaşamı seçer, çünkü o artık iyi
bir insan gibi değil, tanrı gibi olmuştur.
III.
KİTAP (Diyalektik
Üzerine)
1.
Gitmemiz gereken yere bizi götürecek olan şey,
hangi sanat (tekhne), hangi yöntem (methodos), hangi pratiktir (epitedeusis)?
Gitmemiz gereken yer neresidir? Gitmemiz gereken yer, iyinin kendisi (tagathon)
ve ilk ilke / ilk başlangıçtır (arkhe ten proten). [Kişinin yükselişi nasıl
olacak?] [Yükselecek olan kişi,] doğuştan, bir filozof, bir güzellik dostu, bir
müzisyen (mousikos) ya da bir aşık (erotikos) olacak olan bir insan türüne
(tohum) aittir. Evet, filozof, müzik dostu ve âşık yükselse gerek. Ama hangi
tarzda? Hepsi aynı tarzda mı ilerlemeli yoksa herbiri ayrı tarzlarda mı?
Düşünülür olana nasıl çıkılacak? Müzisyen güzellik yoluyla kendinden geçer ve
biçim değiştirir.
2.
Müzisyen kendini bir âşığa dönüştürebilir ve bu
dönüşümden sonra en uçtaki iyinin düzleminde yer alabilir. Aşığın kendisi,
güzelin kendisini hatırlar; ama ondan ayrılır. Bu anlamda, ona tek bedene
bağlanmaması, tüm bedenleri hesaba katması, tüm bedenlerdeki güzelliği
gözönünde tutması öğretilmelidir. Ona aynı zamanda, sanatlardaki, bilimlerdeki
ve erdemlerdeki güzellik gösterilmelidir. Nihayetinde ona güzelin birliği
gösterilmeli ve onun nasıl ortaya çıktığını kavraması sağlanmalıdır.
3.
Filozof, yükselmek için doğal bir eğilime
sahiptir; kanatları vardır onun ve öncekilerde olduğu tarzda, kendini zorla duyulur
olandan ayırmaya ihtiyaç duymaz. Yükseklere yerleştirir kendini. Ama onun
yürüyüşü bir belirsizlik içerir, bu nedenle de bir rehbere ihtiyaç duyar.
Yol-yordam öğretilmelidir ona. Duyulur şeylerle bağını koparması gerekir ve bu
çok uzun bir zaman alır. Çeşitli bilimlerde eğitim verildikten sonra,
diyalektik (dialektike) öğretilmeli ve bir diyalektik ustası (dialektikos)
yapılmalıdır kendisi.
4.
Müzisyen ve aşıklara da öğretilmesi gereken bu
diyalektik nedir? Verili her bir şeyi bir tanıtlama (logos) yoluyla açıklama
gücünde olan bir bilimdir (episteme); bu bilimde ayrı olanlar ile ortak olanlar
birbirinden ayrılır (diapherein). Bu şeyin hangi sınıfa dahil edileceği
belirlenir. Diyalektik, iyi ile onun karşıtını ve iyi ile onun karşıtının bütün
alt türlerini ele alır; sonsuz ile sonsuz olmayanı, kanıya değil, her zaman
bilgiye dayanarak tanımlar. Ruhu hakikatle besler, Platon’un dediği gibi. Bir
cinsin türlerini ayırmak için Platoncu bölme yöntemini kullanır ve bu bölmeleri
yaparak, sonunda ilk cinslere ulaşır. Bu cinslerden hareketle, düşünme yoluyla
düşünülür olan alana gidişi başarana kadar çalışır. Sonunda da ilkelere ulaşır.
5.
Diyalektik, felsefeyle aynı şeydir ya da en
azından onun en önde gelen kısmıdır; onu sadece felsefenin, teoremlerin ve
kuralların bir toplamı olan organonu olarak görmemek gerekir; diyalektik,
varolan şeylerle ilgili eylemler (pragmata) ve bunların içeriğiyle de
ilgilidir.
6.
Demek ki diyalektik, felsefenin diğerlerinden
daha önde gelen en önemli parçasıdır (“mütemmim cüzü”dür). Felsefenin başka
kısımları da vardır; felsefe doğayı araştırır ve bunu diyalektiğin yardımıyla
yapar. Aritmetik ve diğer sanatlar da diyalektiği kullanır; fizik diyalektiğe
çok yakındır ve diyalektik yoluyla çalışır. Felsefe ahlak alanında da iş görür
ve bunu diyalektik yoluyla yapar. Diyalektik iyi huylar/alışkanlıkları (ethos) ve
bu huyların/alışkanlıkları ortaya çıktığı uygulamaları (askesis) hayata
geçirir. Usa dayalı alışkanlıklar kendi karakterlerini, bu diyalektik kökenden
alırlar.
Peki, diyalektik ve bilgelik olmadan, daha aşağı düzeydeki
erdemlerin olması mümkün müdür? Evet, kuşkusuz mümkündür ama eksik ve kusurlu
bir biçimde… Öte yandan, bu erdemler olmadan [polis yaşamına uygun erdemler
kastediliyor] bir bilge (sophos) ya da diyalektik ustası (dialektikos) olmak
mümkün mü? İşte bu olanaksızdır, çünkü bu erdemler bilgeliğe ve diyalektik
ustası olmaya giden yolu hazırlarlar.