Kierkegaard yaşam yolundaki üç etabı da gösteren üç varoluş aşamasının (estetik, etik ve dinsel aşamaların) ilki olan estetik aşamanın özelliklerini, dolaysızlık ve
umutsuzluk sözcükleriyle betimlemektedir. Dolaysızlık ve umutsuzluğu kendi yaşamlarında cisimleştiren insan tipini de estetik kişi (estet) olarak adlandırmaktadır. Estetik kelimesinin bu bağlamdaki kullanımı, kelimenin etimolojisine uygun kullanımıdır; yani "aisthesis" (duyum / duyumsama) anlamındaki kullanımı. Burada, hiç kuşkusuz, duyuların belirleyiciliği, daha doğrusu "duyuların belirleyiciliğinde yaşamak" sözkonusudur. Estetik aşamayı karakterize eden ilk
sözcük olan dolaysızlık, en çok Don Juan ve baştan çıkarıcı Johannes’in yaşam
biçimine uyar. Bu aşamada görülen şey, dolaysızlık içinde yaşayan kişinin
tinselliğe sahip olmamasıdır. Estetik aşamanın özelliklerini kendinde taşıyan
kişinin davranışlarını tinsellik belirlenmez. Tinsellik yerine duygular,
eğilimler, hazlar öne çıkar. Bu haz ve duygu yaşamının en keskin örneği de Don
Juan’dır. Don Juan, Kierkegaard’a göre, tinselliğin tam karşıtı bir tip olarak
ortaya çıkar (Kierkegaard 1988: 71). Kierkegaard tin ile ten (chair, flesh)
karşıtlığı çerçevesinde, Don Juan’ı tenin cisimleşmesi, vücut bulması
(incarnation) olarak görür (1988: 71). Bu anlamda, Don Juan’ın kadınlarla
yaşadığı ilişkilerde öne çıkan şey, doğrudan doğruya haz yaşamıdır. Sırf
tenselliğe göre, haz duygusuna göre belirlenen bu yaşam, estetik yaşama
biçiminin en uç örneği olarak görülebilir.
Don
Juan’ın yaşamını, tinsellik-tensellik karşıtlığında belirleyen tensellik, onda
bir kösnüllük (sensualité) olarak görünür. Ortaçağda bir yazınsal kahraman
olarak ortaya çıkan Don Juan’la birlikte kösnüllük ya da duyulara göre yaşamak
bir ilke haline gelir. Kösnüllük durumunda vahşi haz duyguları öne çıkar.
Kierkegaard’a göre, kişi yaşamında kösnüllük, bir kırallık, bir devlet gibi
görünür. Bu kırallıkta, hiçbir dil, hiçbir düşünce sakınımlılığı, refleksiyonun
hiçbir biçimi kendine yer bulamaz: “yalnızca tutkunun yalın sesi, arzuların
oyunu, esrikliğin vahşi gürültü patırtısı duyulur; yalnızca sonsuz bir hayhuyun
içinde yaşanılır (1988: 72). Böylesi bir yaşam biçiminden kaynaklı olarak Don
Juan, Kierkegaard’a göre, “kösnüllük olarak belirlenen şeytanî olanın
(démoniaque) bir ifadesidir” (1988: 72).
Don
Juan’ın yaşamında kösnüllüğün yanı sıra ve bu kösnüllükle bağlantılı olarak bir
ikinci nitelik daha söz konusudur: baştan çıkarma (séduction). Kierkegaard’a
göre, Don Juan’ın durumunda, erotizm hem kösnüllükle hem de baştan çıkarmayla
belirlenir (1988: 75). Don Juan, sözcüğün en temel anlamında bir baştan
çıkarıcıdır. Onun aşkı tinsel değil, tenseldir. Tensel aşk ta “kendi kavramı
gereği sadakate değil, mutlak sadakatsizliğe” dayanır (1988: 75).
Bu
baştan çıkarıcı görünümüyle Don Juan, kendisi de bir Ortaçağ kahramanı olmakla
birlikte, Ortaçağdaki şövalye tipinin tam karşıtı bir tiptir. Ortaçağ
romanslarında ortaya konan şövalyece aşkta, aşık olunan kişiye tam bir sadakat
sözkonusudur. Yani şövalye baştan çıkarıcı değil, tüm yaptıklarını aşkı için
yapan gerçek anlamıyla aşıktır. Bu türdeki bir tinsel aşkta, kişinin aşık
olduğu kişiye ulaşmak için beklemesi ve bu bekleme süresince acı çekmesi, şüphe
ve huzursuzluk içinde olması öne çıkar. Don Juan’ın durumunda, yani tensel aşk
durumunda ise böylesi bir huzursuz bekleyiş zaman kaybı olarak görülür. Don
Juan en kısa yoldan ve hiç zaman kaybetmeden hedefe ulaşmak ister. Don Juan için aşk bir anlık meseledir;
dolaysız bir biçimde yaşanacak anlık bir durumdur. Bu durumda “görmek ve aşık
olmak tek bir şeydir, ama bu anlık bir şeydir ve anında herşey son bulur; daha
sonra bu yeni bir aşkta tekrarlanır” (1988: 76). Kierkegaard için, buradaki
tekrarlanma (répétition), başlayan ve anında son bulan durumların sonsuzca
tekrarlanmasıdır. Bu nedenle aşkta zamansal bir süreklilik ve dolayısıyla
sadakat yoktur. Böylece Don Juan estetik aşamanın, yani dolaysız yaşam
biçiminin en uç örneği olarak gösterilmiştir.
Dolaysızlık
biçiminin en uç örneği olarak Don Juan tipi, estetik yaşama biçimini kendinde
somutlaştırmış olan diğer tiplerden bu aşamanın en alt düzeyinde olmak
bakımından ayrılır. Örneğin Baştan
Çıkarıcının Günlüğü’ndeki Johannes tipi, baştan çıkarıcılık konusunda daha
incelmiş, daha tinselleşmiş bir tip olarak karşımıza çıkar. Ama Johannes’in
durumunda da tinsellik, bütünüyle baştan çıkarma ediminin ya da tenselliğin
hizmetine girmiştir: “o alışılmış anlamda bir baştan çıkarıcıya göre çok daha
tinsel bir yapıya sahiptir” (Kierkegaard 1997: 11). Johannes’in bütün
düşünceleri baştan çıkarma işine adanmıştır; o, zihinsel yeteneklerini
tamamıyle bu iş için kullanır: “zihinsel yetenekleri sayesinde bir kızı nasıl
baştan çıkaracağını, ona tam anlamıyla sahip olma niyeti olmadan nasıl kendine
çekeceğini bilir” (1997: 11). Kierkegaard’a göre baştan çıkarıcılık,
Johannes’in durmunda olduğu gibi, aslında bir bilinçliliği, bir refleksiyonu,
yani baştan çıkarmak için yapılacak düşünsel ön hazırlıkları gerektirir. Bu
bilinçlilik Don Juan’da eksiktir (1988: 78). Böyle düşünüldüğünde Don Juan
gerçek anlamda bir baştan çıkacırıcı olarak görülemeyecektir. Ama yine de Don
Juan bir baştan çıkarıcıdır. Kierkegaard’a göre, Don Juan’daki baştan çıkarma
gücü bilinçliliğe ya da refleksiyona değil, doğrudan doğruya onun arzulama
gücüne, “tensel arzunun enerjisine” dayanır (1988: 79). Ona göre, Don Juan
“baştan çıkarmaz, arzular” ve bu arzu baştan çıkarıcı bir etkiye yol açar
(1988: 79).
Estetik
yaşama biçiminin bir başka örneği olan Faust ise, bilinçliliğin bu aşamadaki en
gelişmiş biçimi olarak karşımıza çıkar. Ama, bilinçlenme bu aşamadan daha üst
bir aşamaya geçiş için yeterli olmadığından, Faust da bu aşama içinde kalır.
Faust’un bu aşamada kalması, onun şüpheciliğine dayanır: “Faust par excellence bir şüphecidir”
(Kierkegaard 1954: 117). Bu şüpheciliği onun inancından dönmesine, şeytanla
anlaşmasına neden olmuştur. Bir şüpheci olduğu için Faust “tenin yoluna girer”
(1954: 117-118). Bu anlamda, Kierkegaard’a göre, Faust da, “Don Juan kadar
şeytani bir kişidir (un démon), ama daha yüksek bir düzeyde şeytani kişidir”
(1988: 160). Don Juan gibi tenselliğin yolunu izleyen Faust’ta tensellik, bir
oyalayıcı olarak artık haz değildir. Onun şüpheci ruhu hiçbir şeyde huzur
bulamaz. Bu nedenle Faust’un arzusu, artık, Don Juan’da olduğu gibi, bir
“neşelilik” görünümünde değildir (1988: 160). Onun yüzü hiç gülmez.
Kierkegaard’a göre, Faust’un aradığı şey, “sırf şehvetin hazzı (plaisir de la
volupté) değildir; o tinin dolaysızlığını arzular” (1988: 160). Faust kendisini
gençleştirecek ve güçlendirecek dolaysız bir yaşam arayışı içindedir. Kendisini
gençleştirecek ve güçlendirecek bu dolaysız yaşamı ise ancak genç bir kızda
bulur.
İster en
uç biçimi olan Don Juan, ister zekâya dayalı baştan çıkarıcılık görünümündeki
Johannes, isterse de daha üst düzeyi gösteren Faust gözönünde bulundurulsun,
estetik yaşama biçimini gösteren estetik tiplerin ortak yönü, dolaysızlık ve
haz yaşamı olarak karşımıza çıkar. Bu haz yaşamının ya da tenselliğin
sürdürülmesinin sonucu, kişide ortaya çıkan umutsuzluktur. Bu umutsuzluğun
nedeni, yukarıda söylendiği gibi, kişinin kendi tinsel varlığının farkında
olmamasıdır. Bu umutsuzluk ta ölümcül hastalıktır. Estetik kişi olmaktan
çıkmak, yani yaşamda daha üst bir aşamaya geçmek ise, kişinin ahlâksal olanı
seçmesiyle, iyi ile kötü arasında bir seçim yapmasıyla olanaklıdır. Ama bu
seçimi yapmak zorunlu değildir. Yani bir üst aşamaya geçiş zorunlu değildir. Bu
nedenle, Don Juan örneğinin de gösterdiği gibi, yaşamları boyunca kendi tinsel
varlıklarının farkında olmadan yaşamış, Kierkegaard’ın ifadesiyle, kendisi
olamamış kişiler vardır. Bu kişiler, Kierkegaard’ın insan görüşünde, en alt
varoluş aşamasında kalan kişilerdir, daha doğrusu, varoluş sonlu olan
varlıktaki sonsuzluğa yönelik bir tutku olarak görüldüğünden, kendi
varoluşlarını en özsel biçimde gerçekleştirememiş kişilerdir.